13 Mart 2016 Pazar

Yunus Emre Sözleri

Yunus Emre Sözleri

 Yunus Buyruğa Sözleri ¦ Söze târîh yedi yüz yediydi , Yunus cânı bu yolda fidîyidi . Tehî görmen kimseyi hiç kimsene boş değil , eksiklik ile nazar erenlere güzel değil . ¦ İlim ilim bilmektir , ilim kendin bilmektir , sen kendini bilmezsen , bu nice okumaktır . Aşk aşıkı şir eder , aslanı zencir eder , sert taşı mum eder ¦ Beni bende demen bende değilem , tek ben vardır bende benden içeri . Türlü çeşitli cefanın adını aşk koymuşlar . ¦ Yaratılanı güzel gör , Yaradan'dan ötürü . Benlik davasını bırak , muhabbetten olma ırak , sevgi ile dolsun yürek , hoşgörülü olmaya bak… ¦ Ne varlığa sevinirim , ne yokluğa yerinirim . Aşkın ile avunurum; bana seni sebep seni . Ana rahminden geldik pazara , tek kefen aldık döndük kabre . ¦ Ya Rabbena hayreyle , Muhammed'e yâr eyle , Kabrimizi nur eyle , Kabre vardığım gece . Ölümden ne korkarsın , korkma bengi varsın . ¦ Dünya uydurma kardeşim , dünya yalan! Var mı uydurma dünyada bakî kalan . Mal da uydurma , mülk de uydurma . Var biraz da sen oyalan . Derdi dünya olanın , dünya civarı derdi vardır… ¦ Hoştur bana senden gelen . Ya gonca gül yahut diken . Ya hayattır yahut kefen . Nârın da güzel , nurun da güzel . Kahrın da güzel , lütfun da güzel . ZuIüm iIe abad oIanın akıbeti berbad oIur . ¦ Biz geImedik dava için , bizim işimiz sevda için , dostun evi gönüIIerdir , gönüIIer yapmaya geIdik . Hiç hata yapmayan birey , hiçbir birşey yapmayan insandır . Ve hayatta en büyük hata , kendini hatasız sanmaktır . ¦ Tek defa gönüI yıktın ise bu kıIdığın namaz değiI , yetmiş iki miIIet bile eIin , yüzün , yumaz değiI . Olsun be aldırma Yaradan yardır . Sanma ki zalimin ettiği kârdır . Mazlumun ahı indirir şâhı . Her şeyin tek zamanı vardır . ¦ Az söz erin yüküdür , çok söz hayvan yüküdür . Ey hayat ırmağından su içenler! Gelin soralım canlara ki güzelliği ne oluyor da gidiyor . Ben hep seninim diyordu , hemen neyi buldu da gidiyor? ¦ Tek bahçeye giremezsen , durup seyran eyleme . Tek gönül yapamazsan , yıkıp viran eyleme . Elif okuduk ötürü , pazar eyledik götürü , Yaratılmışı güzel gördük , Yaratandan ötürü . ¦ Ya elim al kaldır beni . Ya vaslına erdir beni . Çok ağlattın güldür beni . Gel gör beni aşk neyledi . Eğer hor eğer saygı Kişiye sözden ciro . Zehr ile pişen aşı Yemeğe kim ciro . ¦ Mansur'um , uş dâra geldim , Yusuf'um , pazara geldim . Aslanım , şikâra geldim , velâkin yatağım orda . Dağlar nice yüksek ise , sokak hatıran üstünden geçer . ¦ Bu dünyaya gelen gider . Yürü fani dünya , sana gelende gülmüş var mıdır? Ey Yunus Hakk'ı bilen söylemez hergiz uydurma , ikilik ile gelen gerçek sokak bulmuş değil .

12 Mart 2016 Cumartesi

Kaba saba ,  soluk ,

Kaba saba , soluk ,

Kaba saba , soluk , yıpranmış elbiseler içindeki yaşlı çift , Boston treninden inip utangaç bir tavırla rektörün bürosundan içeri girer girmez , sekreter masasından fırlayarak önlerini kesti… Öyle ya , bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların Harvard gibi üniversitede ne işleri olabilirdi? Adam , yavaşça rektörü rastlamak talep ettiklerini söyledi . İşte bu imkânsızdı . Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu . Yaşlı kadın , çekingen bir tavırla; " Bekleriz " diye mırıldandı… Ne Türlü olsa bir zaman sonra sıkılıp gideceklerdi . Sekreter sesini çıkarmadan masasına döndü . Saatler geçti , yaşlı çift pes etmedi . . Bitiminde sekreter , dayanamayarak yerinden kalktı . " Sadece birden çok dk görüşseniz , yoksa gidecekleri yok " diyerek rektörü ikna etmeye çalıştı . Anlaşılan çare yoktu . Genç rektör , isteksiz bir biçimde kapıyı açtı . Sekreterin anlattığı tablo içini bulandırmıştı . Zaten taşralılardan , kaba saba köylülerden nefret ederdi . Onun gibi bir adamın büronuna gelmeye yüreklilik etmek , olacak birşey miydi bu? Suratı asılmış , sinirleri gerilmişti . Yaşlı kadın anında söze başladı . Harvard'da okuyan oğullarını bir yıl öncesinde bir kazada kaybetmişlerdi . Oğulları , burada öyle mutlu olmuştu ki , onun anısına okul sınırları içinde bir yere , bir anıt dikmek istiyorlardı . Rektör , bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi . " Madam " dedi , katı bir sesle , " Biz Harvard'da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek olsak , burası mezarlığa döner… " " Hayır , hayır " diyerek haykırdı yaşlı kadın . " Anıt değil… Belki , Harvard'a bir bina yaptırabiliriz " . Rektör , yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar fırlatarak , " Bina mı? " diyerek tekrarladı , " Siz bir binanın kaça mal olduğunu biliyor musunuz? Sadece son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı… " Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu . Artık bu ihtiyar bunaklardan kurtulabilirdi . Yaşlı kadın , sessizce kocasına döndü: " Üniversite inşaatına başlamak için gereken para bu muymuş? Peki , biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz , o halde? " Rektörün yüzü karmakarışıktı . Yaşlı erkek başıyla onay verdi . Bay ve kadın Leland Stanford dışarı çıktılar . Doğu California'ya , Palo Alto'ya geldiler . Ve Harvard'ın artık umursamadığı oğulları için onun adını ebediyen yaşatacak üniversiteyi kurdular . Amerika'nın en önemli üniversitelerinden birini Stanford'u .
Abdestsiz Nöbet Tutmam

Abdestsiz Nöbet Tutmam

Sultan İkinci Abdülhamid Han vaktiyle , Sarayda gece gündüz nöbet tutan hassa askerleri vardı . Bu nöbetçilerin ananesel olarak geceleyin bir seslenişleri yankılanırdı etrafta: - Kimdir o? - Kim var orda? . . Hiç kimse yoktur ama onlar adeta birilerini görüyormuş gibi , belli aralıklarla hep seslenirlermiş . . . Böylece sürekli uyanık durduklarını ve görev başında olduklarını duyururlarmış . Ayrıca bu askerler her saat başı nöbeti başka arkadaşlarına devrederlermiş . Bir gece , yine nöbet yerinden sesler duyar Padişah: - Kimdir o? - Kim var orda? . . Aradan bir saat geçmesine rağmen , yine aynı ses bağırır: - Kimdir o? - Kimdir var orda? . . Sultan'ın dikkatini çeker . Bu ses , bir saat geçtiği halde değişmemiştir . Halbuki her saat başı nöbetçi değişmelidir . Bir süre bekler ve tekrar sese dikkat kesilir . Hayret , ses önceki sestir . Nöbetçi niçin değişmemiştir? Sultan Abdülhamid Han , anında ilgilileri çağırtır ve durumu öğrenmek istediğini söyler . Nedeni Ise kendisine karşın düzenlenmiş müthiş bir bombalı suikasttan kıl payı kurtulmuştur . Ve bu olay daha çok yenidir . Acaba yine bir Ermeni oyunu mu tezgâhlanıyor? Biraz sonra saatinde değişmeyen nöbetçi , Sultan'ın huzurundadır . Heyecan ve korku ile yüzü yerde beklemektedir . Padişah sorar: - Sen kaç saattir nöbettesin? - Bir buçuk saate yaklaştı , Hünkârım . - Niçin saat başında vazifeni devretmedin? - Hünkârım , benden sonraki arkadaş rica etti , onun yerine de nöbet tutuyorum . - Niçin? Neden usulü çiğniyorsun? O mert Mehmetçik utançla indirir mübarek başını . Ürkekliği iyice artar , söylemek istemez . Fakat Sultan'ın ısrarı üzerine şöyle konuşur: - Sultan'ım , benden sonraki nöbetçi ihtilâm olmuş . " Ben bu halde iken Halife - i Müslimîn'in korunmasında görev alamam . N'olur , sen benim yerime de nöbet tut , sonra da ben senin yerine tutarım " dedi . Ben de kabûl ettim . Mehmetçiğin bu inceliği Sultan Abdülhamid Han'ın çok hoşuna gider . Sabahleyin anında gusülsüz nöbet tutmayan askeri huzuruna getirtir . Geceki davranışından duyduğu memnuniyetini ifade eder .